6 Aralık 2016 Salı

Yeni Yıla Daha Sağlıklı Girmek Sizin Elinizde :)

Hepimiz yeni yıldan beklentiler içindeyiz kimimiz hayalini kurduğu okulu, kimimiz yeni bir işi,kimimiz yeni yıla daha önce yapamadıkları için bir şans gözüyle bakıyor.Tabi ki yeni hedefler koymak,kendimizi geliştirecek şekilde plan yapmak en önemli adımdır.Eğer yeni yılda hedefiniz sağlıklı yaşam için farkındalığınızı arttırmak ve fazla kilolarınızı kendinize yük etmemekse sağlıklı yaşam için bir takım şeyleri alışkanlık haline getirmeniz ve bunu yaşam biçimi olarak benimsemeniz gerekmektedir.
2017-nutra-system
Başlangıçlar her zaman güzeldir.
Başlangıç yapacağınız konu ne olursa olsun.Bir plan yapın ve bu plan için gerekli maddeleri sıralayın.Sizin için gerekli olanların listesini iyi tutun ki hayatınızdaki değişimleri takip etmek için listeden yardım alın.Konu sağlıklı yaşamsa sağlıklı beslenme adına alacağınız her kararı not edin.Yıl içinde hareketsizlikten şikayet edip,yeni bir spora mı başlamak istiyorsunuz veya mutfakta daha sağlıklı yemekler yapmak için yeni kitaplar mı okumak istiyorsunuz?  Kararınızı verin hepsi birbiriyle ayrılmaz bir bütün çünkü diyet ancak tek başına %70 verimli kilo verme süreci demek %30’luk olan egzersiz veya fiziksel aktivite kesinlikle küçük bir pay gibi görülmemelidir. Ancak ikisi birlikte daha verimli sonuçlar doğuracaktır.
Yeni yıla sağlıkla merhaba deyin…
Yeni yıl akşamında besin tüketimlerimiz öyle abartıya kaçıp artıyor ki durdurabilene aşk olsun.
  • Eğer yılbaşını dışarıda kutlayacak olanlardansanız evden çıkmadan önce kremasız bir çorba tüketmeniz veya ara öğün yaparak gitmek sizin uzun süre aç kalmanızı engellediği gibi ana yemekten daha az yemenize yardımcı olacaktır.
  • Ordövr tabağında önceliği yoğurtlu mezelerden ve kaşar–tulum peyniri dışındaki peynirlerden yana kullanmak hem sizi daha uzun süre tok tutacak hem de hafif bir geçiş sağlayacak.
  • Kullanılan yağların kalitesi bilinmediği için mide rahatsızlıkları yaşanabilir. Yağda kızaran her gıda kanserojen bileşenlerden dolayı riskli ve bol kalori alımına neden olduğu için uzak durulması gerekenler arasındadır.Yağda kızartılmış sigara-paçanga böreği veya şakşuka gibi kızartılmış sebzeler yerine haşlanmış sebzeler tüketmek daha sağlıklı bir tercih olacaktır.
  • Ana yemek olarak protein ve sebze içerikli bir menü tüketmek en doğru olanıdır.
  • İçki tüketimleri ile birlikte kuruyemiş veya çerez tüketmek de kilo veriminizi olumsuz yönde
  • Alkolle kırmızı eti bir arada tüketmeyin. Her ikisinin de toksik etkisi çok yüksek olduğu için toksik bileşenlerin atılımı karaciğerinizi yorar. 
  • Ertesi gün daha hafif bir kahvaltı ile güne başlamak ve bol su tüketmek yapılması gerekenler arasındadır.
Yeni yılın sağlık, şans ve başarı getirmesi dileğiyle…

26 Kasım 2016 Cumartesi

Seratonin triptofan aminoasidinden sentezlendiği için triptofandan zengin tüm besinler aynı zamanda sizi mutlu eden besinlerdir. Muz, kivi, ananas, mango, süt, yumurta, tavuk ve hindi eti başlıca triptofan kaynakları arasında gelmektedir.


Omega-3: Araştırmalar omega-3 yağ asitlerinin depresyon riskini azalttığını göstermektedir. Omega-3’ün en güçlü kaynağı balık yağıdır. Ayrıca ceviz, keten tohumu, chia tohumu da bir miktar omega-3 içermektedir .

Fitoöstrojen Besinler: Östrojen seviyesinin artışı serotonin seviyesini de arttırmaktadır. Bu konuda fitoöstrojen besinlerin başlıcaları; soya fasülyesi, kırmızı meyveler, kurubaklagiller ve keten tohumudur.

Kuru yemişler: İçerdikleri kaliteli yağlar serotonin hormonunun artışını sağlar. Kaliteli yağ kaynaklarının serotonin salınımını arttırdığı kadar trans ve doymuş yağlar da ters etki yaratmaktadır.

Resveratrol: 2014 yılında yapılan çalışma sonucunda resveratrolün antidepresan etki gösterdiği görülmüştür. Özellikle kırmızı üzüm, yer fıstığı ve ananasta bolca bulunan resveratrolün mutluluğunu arttırma dışında en büyük özelliği güçlü bir antioksidan olmasıdır.

Yeşil Çay : Flavonoid gibi polifenol içeriklerinden dolayı, stres ve depresyon yönetiminde olumlu bir etkisi bulunmaktadır.

http://www.nutrasystem.com.tr/2016/11/26/insani-mutlu-eden-besinler-izmir-diyetisyen-beslenme-koclugu/

21 Kasım 2016 Pazartesi

Besin Takviyeleri
İlacınız besininiz,besininiz ilacınız olsun demiş Hipokrat… Dengeli ve düzenli beslenme alışkanlığını hayatınızın tümüne yansıtmadıktan sonra vitamin veya mineral eksikleriniz olacaktır.Meyve ve sebzeyi  taze, zamanında,kendi vücudunuzun ihtiyaçlarına uygun porsiyonda tüketmek eksikleri önlemek için önemlidir.Emilim bozuklukları(İrritabl Bağırsak Sendromu(hassas bağırsak sendromu),Çölyak,Laktoz İntoleransı..vb.)veya ilaç etkileşimleri sebebiyle vitamin veya minerallerden istediğimiz yararı göremeyebiliriz.Besin takviyelerinin de kullanım zamanı,dozu çok önemlidir.Yemeklerden önce-sonra veya yemekle birlikte alınacağı konusunda doğru bilgi edinmek vitamin veya minerallerden daha çok verim almanızı sağlayacaktır.İlaç-ilaç etkileşimleri olduğu gibi besin-ilaç etkileşimleri de olduğu için doktorunuz veya beslenme uzmanınız önermediği müddetçe besin takviyesi kullanmayınız.Emilim bozuklukları  veya kan tahlilinde eksikliğin görülme durumunda yaş,cinsiyet farklılıklarına göre doktorunuzun uygun gördüğü besin takviyelerini önerdiği dozlarda tüketmenizi öneririz.

En sık kullanılan besin takviyeleri;
·         Omega 3(EPA-DHA) : Halk arasında balık yağı olarak bilinir.Beyin gelişimi,sinir sistemi için özellikle psikolojik hastalıkların tedavisinde kullanılır.Haftada en az 2 kez balık tüketmek omega 3 eksikliğinden vücudu koruyacaktır.Takviyelerden çok semizotu,balık,ceviz gibi besinlerle vücudu desteklemelisiniz.
·         D vitamini : Yağda eriyen vitaminlerdendir.Kemik sağlığı için vazgeçilmezler arasındadır.Kalsiyumla birlikte alımı emilimi arttırır.D vitamini vücuda besinler yardımı ile provitamin d şeklinde alınır. Besinlerle aldığımız d vitamini kaynakları :Karaciğer, balık, balık yağı, yumurta, tereyağı, peynir, mantar,süt.Güneş ışınları etkisiyle deri d vitamini sentezler.Günümüzde en yaygın vitamin eksikleri arasında gelir.
·         B12 vitamini : Suda eriyen vitaminlerdendir.Demirin ve folik asidin etkinliğini artırır.Doğal olarak yeşil yapraklı sebzeler ve kırmızı ette bulunur.Kronik yorgunluk,depresyon,sindirim ve emilim bozukluklarında takviye olarak verilebilir.
·         B9 vitamini (Folik asit) : Suya çözünen vitamindir.Doğal besinlerde bulunan şekli folat,ilaçlar ve işlenmiş besinlerde bulunan hali ise folik asittir.Kan hücrelerinin,hücrenin yapı taşının (sinir hücreleri)oluşumu gelişiminde önemli role sahiptir. Bu sebeple gebeliği düşünen kadınların gebelikten 3 ay önce kullanmaya başlaması ve gebeliğin 6. Ayına kadar düzenli kullanması gereken besin takviyelerinden biridir.
·         C vitamini : Suda çözünen vitaminlerdendir.Bu sebeple vücutta depo edilmez.Günlük olarak tüketilmesi gerekir.Fazlası idrarla atılır. C vitaminin doğal kaynakları; koyu yeşil yapraklı sebzeler,biber,turunçgiller(portakal,mandalina..),çilek’dir.
·         Multivitaminler : Bağışıklık sisteminizi destekleyerek ,günlük koşuşturmaca içinde eksik olabilecek vitaminlerin bir arada bulunduğu formlardır.Bir ay kullanıp bir ay ara vermek doğru olanıdır.
·         Kalsiyum: Kemik sağlığı,sinir sistemi ve kas sistemi için gerekli minerallerdendir.Kalsiyum kaynakları süt ve süt ürünleridir.
·         Demir : Kansızlık şikayeti ile takviyesi önerilir.Aşırı halsizlik,dilde kızarıklık,nefes darlığı eksikliğinin belirtileri olabilir.Kırmızı et,balık,yumurta,ciğer,kuru erik,bezelye,fasulye,pekmez,ıspanak,kabak,domates püresi veya salçası kaynaklarıdır.
·         Magnezyum: Kas sisteminin güçlenmesinde en az kalsiyum kadar önemli yere sahiptir.Sinir sisteminin de çalışmasında önemlidir.Emilim bozuklukları rahatsızlığı yaşayanlarda,sıcak havalarda terle kaybettiğimiz minerallerden olduğu için çok terleyenlerde eksikliği görülebilir.Kurubaklagiller,kuruyemişler,meyveler(incir,hurma ve muz..vb.),sebzeler (ıspanak,roka,pazı.. vb.)doğal kaynaklarıdır.

·         Çinko : Çinko; hücre metabolizması, protein üretimi, yaraların iyileşmesi, DNA oluşumu ve güçlü bağışıklık sistemi için temel bir mineraldir. Çinko en çok kırmızı et ve deniz ürünlerinde bulunmakla birlikte badem, fıstık gibi kuruyemişler, nohut fasulye gibi sebzeler çinko ihtiyacını karşılamaya yetecek kadar çinko içermektedir.Saç dökülmelerinde,alkol kullananlarda,demir takviyesi alanlarda,vejetaryenlarda,hamile ve emzikli kadınlarda takviye olarak verilebilir.



14 Kasım 2016 Pazartesi

İstiridye Mantarı

– İstiridye mantarında insan vücudu için gerekli olan kalsiyum, fosfor ve demir gibi tüm mineraller, sığır ve tavuk etinde bulunanların iki katı düzeyindedir.
– Et ve baklagillere eşdeğer protein içeriğine sahiptir.Zengin protein içeriğine sahip olması besleyici özelliği ile ön planda olmasını sağlar.
– Tüm mantar türleri içerisinde en yüksek B1 ve B2 miktarına sahiptir.
– Sebzelere nazaran 5-10 kat daha fazla” niasin” (Vitamin B3 )içerir.
– Karaciğer hariç tüm et ve sebzelerden daha fazla “folik asit” (Vitamin B12)  içerir.Anemi düşmanıdır. İçerdiği yüksek oranda folik asit sayesinde kansızlığı  önler.
– Düşük nişasta, yağ ve kalori içerdiği için obezite, şeker ve hipertansiyon hastalarıyla, çok az sodyum içermesinden dolayı nefrit ve kalp rahatsızlığı olanlar için tavsiye edilir.
– Düzenli olarak tüketildiklerinde hastalıklara karşı vücut direncini artırarak bağışıklık sistemini güçlendirir.
istiridye-mantari
– Kan dolaşımını düzenler  ve damar tıkanıklıklarını önler.
– Yağ oranı yok denecek kadar az olan bu tür mantarlar en sağlıklı diyet listelerinin başında gelir.
– İçerisinde bulunan “Lentinian” adı verilen maddenin tümörleri azalttığı belirtilmektedir.
– Damar sertliği, beyin kanaması ve enfeksiyonlara karşı koruyucudur.
– Düzenli tüketimi ile çocukların gelişimine büyük katkı sağlar.
– Yüksek miktarda C ve D vitaminleri içerir.
– Yenilenebilir mantar türleri içerisinde sadece istiridye mantarı, İçerisinde doğal olarak lovastin maddesi olduğundan, kolesterolü düşürmektedir.(Özellikle kötü  kolesterol  denilen LDL’yi)
– İstiridye mantarı içerisindeki  maddeler sayesinde vücutta bulunan hücre yenileyici glutatyon denilen maddenin düzeyini yükseltir.
– Kırmızı ette bulunan ve kırmızı ete lezzetini  veren amino asitlerden lizin istiridye mantarına da lezzetini vermektedir.
– Yüksek orandaki  lif içeriği nedeni ile bağırsakların düzgün çalışmasını ve yararlı bakterilerin çoğalmasını sağlayan prebiyotik etkisi  vardır.
– Yüksek potasyum içermesi nedeniyle tansiyon düşürücüdür.
-İnsan için gerekli Pantotenik asidin (B5 Vitaminin) % 25’ini içermektedir.
-Ayrıca vücut hücrelerini hasardan koruyan selenyum için de iyi bir kaynaktır. Selenyum E vitaminiyle özellikle böbrek, kalp ve beyin hücrelerinin yaşlanmasını geciktirici etkiye sahiptir.
-Yorgunluğu giderir, düşünme ve öğrenme yeteneğini geliştirir ve bedenin gelişmesinde yardımcı olur.
100 gr. İstiridye Mantarı Besin Değerleri
45,65 kaloriye sahiptir.
8,9 mg kalsiyum
1,9 mg demir
17 mg fosfor
0,15 mg vitamin B1
0,75 mg vitamin B12
12,40 mg C vitamini bulunur.

5 Kasım 2016 Cumartesi

Gripten Korunmanın Doğal Yolları

Soğukların kendini iyiden iyiye hissettirdiği kış mevsiminde soğuk algınlığı ve grip gibi üst solunum yolu hastalıklarının görülme oranı artar. Toplu alanlarda uzun süre geçirilen zaman nedeniyle de enfeksiyonların bulaşması maalesef tümüyle önlenemez. Ancak vücudumuzda enfeksiyona yol açan virüs, bakteri, mantar ile parazit gibi mikroorganizmaların zarar veren etkilerine karşı bizi koruyan bağışıklık sistemini güçlendirerek riski en aza indirmek mümkün olabilir. Bunun en önemli yolu ise bağışıklık sistemini güçlendiren besinleri soframızdan eksik etmemek.

1. Portakal ve Mandalin
C ve A vitamini vücutta hücreleri koruyucu özelliğe sahip antioksidan vitaminler arasında yer alır. İçerdikleri C ve A vitaminleri sayesinde kışın bağışıklık sistemini destekleyen en önemli besinlerden. Ayrıca kan şekerini hızlı yükseltmek gibi olumsuz bir etki de oluşturmaz. Ancak portakal suyu yerine portakalın kendisini tüketmeye özen gösterin. Bu hem lif, hem de şeker alımı açısından daha sağlıklı bir tercih.
2. Ispanak
Ispanak, içerdiği A ile C vitaminiyle güçlü bir antioksidan grubunda yer alır. Bu vitaminler sayesinde hücrelerimizi korur ve bağışıklık sistemimizin zayıflamasını önler. Özellikle C vitamini, A vitamininin kullanımını artırır. Ancak A vitamininin etkili olabilmesi için ıspanağı haşlayarak değil, içine yağ katılarak yapılmış sebze yemeği olarak tüketin. Çünkü A vitaminin kullanımı için yağ şart!
3. Balık
Balık hem protein hem de iyi bir selenyum ve çinko kaynağı. Selenyum özellikle hücre yaşlanmasını önler ve kalp sağlığını korur. Çinko da hücrelerin korunmasında önemli bir rol üstlenir. Balık ayrıca vücudun üretmediği ve bu nedenle mutlaka besinlerle alınması gereken omega 3 açısından oldukça zengin bir besin. Hastalık yapan bileşiklerin vücuttan atılmasına katkıda bulunan omega 3; en çok somon, uskumru ile ton balığında bulunur. Haftada 2-3 defa balık tüketmeyi ihmal etmeyin.
4. Maydanoz
Maydanoz askorbit asit olarak nitelendirilen ve vücudu enfeksiyonlara karşı koruyan C vitamininden zengin bir besin. C vitamini vücutta bazı toksik öğelerin etkisini de azaltır ve yara iyileşmesinde etkili olur. Maydanoz ödemin vücuttan atılmasında da etkisi olur. İster maydanoz suyu şeklinde, isterseniz salatalarda veya sabah kahvaltılarında bağışıklık sisteminizin güçlenmesi için sofranızdan eksik etmeyin.
5. Yumurta
Bağışıklık sisteminde görev yapan hücrelerin çoğalması ve yenilenmesi için proteine ihtiyaç var. Yetersiz protein alındığında doku yıkımı başladığı için bağışıklık sistemi de zayıflamaya başlar. Yumurta beyazı ise protein açısından oldukça zengin bir besin. Sarısı ise hem demir hem de yine iyi bir antioksidan olan A vitamini içerir. Yumurtayı haftada 4 kez tüketebilirsiniz.
6. Badem-Ceviz
Badem ile ceviz antioksidan özelliğe sahip olan E vitamini içerir. Bu özellikleri sayesinde de bağışıklığın korunmasında önemli bir rol üstlenirler. Tok tutma özelliği olan ceviz ve badem gibi yağlı tohumlar diyetlerde de sıkça kullanılır. Yine antioksidan olan, yara iyileşmesinde etkili çinko içeriğinden dolayı da tercih edilir.
7. Yoğurt
Vücudumuzdaki yararlı bakteriler olan probiyotikler içeren yoğurt özellikle bağışıklık sistemi için önem taşır. Bunun nedeni ise probiyotiklerin dışarıdan gelen mikroplara karşı vücudumuzu, özellikle de sindirim sistemimizi koruması. Vücutta yararlı bakterilerin çoğalması aynı zamanda zararlı bakterilerin vücutta yerleşmesini de önler. Probiyotikler kabızlık ve ishal gibi durumlarda da etkili olabilir. Ayrıca yapılan araştırmalar yoğurttaki B2 vitamininin bakteriyel enfeksiyonlara karşı vücudun direncini arttırdığı yönünde sonuçlara sahiptir.
8. Yeşil Çay
En önemli bitkisel antioksidanlardan kateşin ve polifenol içerdiği için immun sistem üzerinde çok etkilidir, hatta grip virüsünün vücutta yayılmasını önlediği saptanmıştır.
9. Karnabahar
C vitamini ve mangandan zengindir, bu nedenle oldukça güçlü bir antioksidan etkiye sahiptir. Vücudu serbest radikallerle karşı korur, bağışıklık sistemini güçlendirir.
10. Brokoli
İçerdiği sulforan maddesi ile antioksidan aktivite gösterir ve bağışıklık sistemini uyarır. C vitamin ve E vitamini bir arada içerdiği için bağışıklığı kuvvetlendirir.
11. Sarımsak
Sarımsak içeriğindeki alisin ve sülfür sayesinde bağışıklık sistemini güçlendirmenin en ucuz yollarından biridir, bağışıklık sistemini güçlendirip virüs ve bakterilerin vücuda girmelerini önler.
12. Bitkisel Çaylar
Adaçayı taşıdığı uçucu yağlardan dolayı bakterilere, mantarlara ve virüslere karşı etkilidir. Soğuk havalarda solunum sistemimizin iyi bir destekçisidir. Kuşburnunda ise C vitamini oldukça yüksek düzeydedir hastalıklara karşı koruyuculuğu yüksek düzeydedir.
Paketlenmiş ve işlenmiş hazır gıdaların, kafeinin, alkolün ve sigaranın fazla tüketimi bağışıklık sistemini tehlikeye sokan zararlı alışkanlıklardır. Bunları azaltarak yerlerine tam gıdalar, bitkisel çaylar, taze meyve ve sebzeler koyun. Bu şekilde bağışıklık sisteminize ve vücudunuzun işleyişine destek verebilirsiniz.

21 Ekim 2016 Cuma

GDO | Genetiği Değiştirilmiş Organizma

Bitki ve hayvanlara  istenilen bir özellik katmak için başka bir canlıdaki genetik özelliği kopyalayarak diğer canlıya aktarılmasına ‘genetiği değiştirilmiş organizma’ kısaca GDO denir.
1970'lerde tarımsal ilaçlar ve kimyasal gübrelerin çevre ve insan üzerindeki olumsuz etkileri tartışılmaya başlanmıştır. Bu maddelerden birçoğunun sağlığa zararı kanıtlanmıştır. Ancak bu durum çevre ve insan üzerindeki tahribata engel olamamıştır. Bunun üzerine artan insan nüfusuna besin maddesi ihtiyacı konusunda sıkıntılar yaşanmıştır. Besin maddesi sıkıntısına yeni çözümler aranmasını beraberinde getirmiştir. GDO’nun çözüm olabileceği düşünülmüştür.
1995'de genetiği değiştirilmiş mısır ekimi yapılmıştır. 1970’li yıllardan itibaren insülin hormonu, büyüme hormonu gibi insana özgü gen ürünleri diğer canlılarda sentezlenebilmektedir.
Ticari amaçlı üretimi 1996 yılında başlayan Genetiği Değiştirilmiş (GD) tarım ürünlerinin dünya üzerindeki ekim alanı 1996 yılında 1,7 milyon hektar iken 2013 yılında bu alan 175,2 milyon hektara ulaşmıştır.

2013 yılında toplam 18 milyon çiftçi transgenik ürün yetiştirmiştir. Dünya üzerindeki tarımsal biyoteknolojinin en büyük üreticileri Amerika Kıtasında bulunmaktadır.
Soya fasulyesi, mısır, pamuk ve kanola en fazla üretimi yapılan tarımsal ürünlerdir. GDO’lu soyasucuk, salam, sosis gibi kırmızı etin kullanıldığı ürünlerde, etsuyu tabletlerdefındık-fısık ezmesi, çikolatalı ürünler, çeşitli unlu mamüller, süt tozu, hazır çorbalar ve hayvan yemlerinde kullanılıyor. GDO’lu mısırın kullanıldığı alanlarsa; nişasta bazlı tatlandırıcılar yoluyla gazoz, kola ve meyve suları, mısır yağı, bebek mamaları, hazır çorbalar ve hayvan yemlerinde kullanılmaktadır.
GDO’lu ürünlerin sağlığımız üzerine bilimsel olarak kanıtlanmış bir etkisi bulunmamaktadır. Konuyu sağlık açısından ele alan bazı bilim adamları, GDO içeren gıdaların insan sağlığına zararlı olabileceğini savunuyor. Gen bitkinin içine yerleştirildiği için, onu tüketenlerin de risk altında olacağı, sağlık konusundaki eleştirilerde sık sık dile getiriliyor. GDO’ların hedef olan ürün hariç diğerlerinde nasıl bir etki yaptığı bilinmiyor. Özellikle antibiyotiğe karşı direnç, alerji ve kısırlık gibi olumsuz etkileri olduğu savunulmaktadır. Zaman zaman bu gıdaların kansere yol açacağı iddiaları dile getirilse de bunun doğruluğunu kanıtlayan bir araştırma henüz yapılmadı. GDO’lu bitkilere getirilen eleştiriler önemli bir bölümü de doğal çevreye olan etkileri ile ilgili. Ayrıca GDO içeren ürünlerinin tohumları çevreye karışarak doğal ürünleri etkileyip yapısını bozabileceğini savunuluyor. GDO’lu ürünlerin doğal ortama yayılıp yaygınlaşması sonucunda böcek nüfusunun olumsuz etkilenmesi ve tüm ekosistemin çökme olasılığı da dile getirilen bir başka eleştiri. GDO’lu ürünlerin biyoçeşitliliği tehlikeye sokacağı ve biyolojik kirliliğe neden olacağı da yaygın endişeler arasında yer almaktadır.
Peki  GDO neden kullanılır? Zararları tartışıldığı gibi GDO’nun yararlı olabileceği alanlar da vardır. Bunlar;
 -Mevcut türlerdeki ürün miktarını artırmak,
- Hasat sonrası kayıpları azaltmak,
- Ürünleri soğuk, sıcak, kuraklık ve tuzluluk gibi etkenlere karşı daha toleranslı hale getirmek,
- Ürünlerin toprak verimliliğini azaltmasını önlemek,
- Gıdaların besleyici değerini yükseltmek,
- Zararlı böceklere dirençli ürünlerle pestisit kullanımını azaltmak,
- Endüstri için alternatif kaynaklar geliştirmek.


GDO’lu ürünlerin geleneksel ürünlerle aynı olduğunu ve risk taşımadığını savunan ülkeler olduğu gibi GDO’lu ürünlerin geleneksel ürünlerden farklı olduğunu ve risk taşıdığını savunan ülkeler de vardır. Türkiye'de GDO ve ürünlerinin gıda amaçlı olarak kullanılması ve GDO'lu üretim yapılması da tamamen yasaktır. Ancak üründe yüzde 0,9 ve altında genetik yapısı değiştirilmiş organizma (GDO) tespit edilmesi halinde bu durum "GDO bulaşanı" olarak değerlendirilir. GDO bulaşanı, genetik değiştirme teknolojisi uygulanan veya uygulanmayan bir üründe, birincil üretim aşaması dahil üretim, imalat, işleme, hazırlama, işleme tabi tutma, ambalajlama, paketleme, nakliye veya muhafaza sırasında ya da çevresel faktörler ile teknik olarak engellenemeyen, önlenemeyen veya tesadüfi olarak bulaşan GDO'lar olarak tanımlanmıştır. Ancak GDO’lu yemle beslenen hayvanlardan elde edilen süt, peynir, yumurta, et gibi temel besinlerin etiketlerinde hayvanların GDO’lu yem ile beslenmiş olduğuna dair hiçbir uyarı bulunmamaktadır.

28 Eylül 2016 Çarşamba

İzmir Diyetisyen | Kış Aylarında Beslenme

Sonbahar yüzünü göstermeye başladı, sonrasında ise uzun ve soğuk bir kış mevsimi bizi bekliyor. Kışın gelişiyle yaşam tarzımızda aynı şekilde değişiyor. Fiziksel aktivitenin az olması, gecelerin uzamasıyla televizyon başında geçirilen zamanın ve bununla beraber atıştırmalıkların artmasıyla metabolizmamızda ve vücut ağırlığımızda istenmeyen değişimler olmaktadır. Havaların soğumasıyla birlikte metabolizmamız kendini koruma altına almak için enerji harcamak istemez ve yağ dokusunu korumayı tercih eder. Bu nedenle sürekli yeme hissi, özelliklede basit karbonhidrat içeren tatlı, şekerli, hamur işi gıdalara yönelim artar. Genellikle kış aylarında birçok kişide gözlenen depresyon halinin artması da yeme eğilimini artırır. Tüm bunlara soğuk havalarda düşen bağışıklık sistemimiz ve artan enfeksiyonlar da eklenince kış aylarında yeterli ve dengeli beslenme gereksinimi kaçınılmaz oluyor. Peki nelere dikkat etmeliyiz?
Öncelikle günlük beslenmemizin düzenli ve dengeli olmasına dikkat etmeliyiz. 4 ana besin grubumuzda bulunan çeşitli besinler beslenmemizde mutlaka bulunmalı. Bununla beraber 3 ana öğünümüzü aksatmamaya özen göstermeliyiz. Gün içinde kan şekeri düzeyimizin aşırı dalgalanmasını önlemek için öğün aralarımız 3,5-4 saati geçmemeli gerekirse ana öğünlerimizin yanı sıra ara öğünler de beslenmemizde yer almalıdır.
Soğuk havalarda içeceğimiz sıcak çorbalar açlık merkezini baskılayarak daha iyi bir doyum sağlar. Yapılan araştırmalara göre çorbalar midede gerginliği azaltan en ideal besinlerdendir.
Yazın sıcaklar nedeniyle suyu rahatlıkla içebiliyoruz ancak kışın sıvı kaybımız az olduğu için susama hissimiz azalabilir ancak su ihtiyacımızı mutlaka karşılamalıyız. Su vücudumuzdaki bütün metabolik reaksiyonların temelidir. Soğuk hava nedeniyle kışın favori içecekleri genelde sıcak içeceklerdir, sıcak içecek olarak kafein- tein içeriği yüksek olduğundan dolayı çay- kahveyi değil de bitki çaylarını tercih edebiliriz. Kuşburnu çayı C vitamini içerdiği için, rezene gaz sorunlarına iyi geldiği için ve su ihtiyacımızı karşılamaya yardımcı olarak çay – kahve yerine bunları tercih edebiliriz.
Sonbaharda güneşin etkisinin azaltmasıyla D vitamini ihtiyacına dikkat etmeliyiz. Güneşli günlerde 20-25 dk kadar açık havada güneş enerjisini almak D vitamini ihtiyacımızı karşılamamıza yardım edecektir. Kış mevsimindeki balık tüketimimiz w-3 yağ asitlerini almamızı sağlarken, D vitamini açısından da tercih edilmesi gereken önemli bir besindir. Haftada 2 kere balık yemek kalp sağlığınızı korumaya yardım ederken, kemiklerimizin de güneşin eksikliğini ( D vitamini yetersizliği ) daha az hissetmesine sağlayacaktır. Ayrıca somon orkinos gibi balıkları tüketmek kışın soğuktan kuruyan cildimize de iyi gelecektir.

Güneş ışığını daha az almamız nedeniyle daha mutsuz oluruz, bu nedenle de kışa doğru depresyon vakaları artar. Sinir sistemimizin güçlenmesi için günde yeterli miktarda fındık veya badem gibi kuruyemişler yenilmeli. Aynı zamanda haftada 2 gün tüketeceğimiz balık da sinir sistemimizin güçlenmesini sağlayacaktır.
Özellikle A ve C gibi antioksidan vitamininden zengin turunçgiller, brokoli, kabak, yeşil biber, karnabahar, mandalin, maydonoz, roka gibi sebze ve meyveleri günlük beslenmemizden eksik etmemeliyiz. A ve C vitamininden zengin sebze ve meyveler yeterli miktarda tüketildiğinde bizi canlı tutup bağışıklık sistemimizin güçlenmesi için yardımcı olacaktır. Çinko ise bağışıklık sisteminin güçlü olması için gerekli akyuvar ve antikorların oluşmasını sağlar, özellikle sonbahar ve kış aylarında ortaya çıkan gribal enfeksiyona neden olan mikropların etkisiz hale getirilmesine yardımcıdır. En çok kırmızı et, deniz ürünleri, badem, ceviz, yumurta, süt, kurubaklagiller, tam tahıllar, bulgur, ıspanak, bezelye gibi besinlerde bulunur.
E vitamini de soğuk algınlığı ve diğer enfeksiyonlara karşı vücut direncini arttırmakta, A vitamininin okside olmasını engellemektedir. Bunun için yeşil yapraklı sebzeler, fındık, ceviz gibi yağlı tohumlar, ve kurubaklagiller yeteri kadar tüketilmelidir.
Bir diğer önemli konu ise posadır. Tercihimizi posalı yiyeceklerden yana kullanmamız kan şekerimizi ideal dengeye ulaştır, tokluk süremizi uzatır böylece daha rahat bir kilo kontrolü sağlar. Bunun için yapmamız gereken ise meyveleri iyi bir şekilde yıkadıktan sonra kabuklarıyla tüketmek ve öğünlerimizde tam tahıllı ürünlerine yer vermek gibi basit tercihlerdir.

7 Eylül 2016 Çarşamba

Kurban Eti Nasıl Saklanmalı? Nasıl Pişirilmeli?

Veteriner kontrolünde uygun koşullarda kesilen kurban etini saklama konusunda dikkat etmeniz gereken unsurlar vardır.
1.      Kurban eti kesildikten sonra Rigor mortis denilen ölüm sertliği gerçekleşir.Bu sebeple mutlaka 1-2  gece buzdolabında bekletilip dinlendirilmelidir. Bekleyen et daha iyi pişmek için hazır hale gelir. Bekleyen etler kıymalık, kuşbaşılık, pirzola, biftek ve bonfilelik olarak ayrılmalı, günlük pişirilecek miktarlara bölünmeli yağlı kağıtlara sarılarak -2 derecede 7 gün ve buzdolabı poşetlerine konulup derin dondurucuda -32 derecede dondurarak maksimum 3 ay içinde tüketilecek şekilde saklanmalıdır.
2.      Et protein açısından zengin bir besin olduğu için dışarıda hava ile temas edecek şekilde bekletilmesi veya çözdürülen etin tekrar dondurması soğuk zinciri bozduğu için renk değişimlerine,bozulmalara hatta ciddi zehirlenmelere sebep olabilir.
3.      Eti buzlarının çözdürülmesi için kaloriferin üzerine koymak,açıkta bekletmek  veya akan suyla yıkamak doğru değildir.Eti hemen pişirmek gerekir.Ekstra yağ ilavesine gerek yoktur.Etin bileşimindeki yağ bunun için yeterlidir.
4.      Doğru pişirme yöntemleri olan ızgara,haşlama ve fırında pişirme yöntemleri kullanılmalıdır.
5.      Izgara ile pişirme yapıldığında et ile ateş arasındaki mesafe en az 15 cm mesafede olmalıdır.Çünkü kanserojen maddeler yanma reaksiyonu ile oluşmaktadır.
6.      Kuyruk yağı,iç yağı gibi doymuş yağlar kalp ve damar hastalıkları açısından tehlike oluşturduğu için tüketilmemelidir.

7.      Sakatatlar yani organ etleri hijyenik olmadığı için kesinlikle tüketilmemelidir.


1 Ağustos 2016 Pazartesi

Kilonuza Değil Yağ Oranınıza Dikkat Edin !

26 Nisan 2016 Salı

Şeker Tatlı Zehirdir

Şekerin kilo alma üzerinde bu kadar etkisi olmasına şaşırmamalı. Aslında son yapılan bir araştırmaya göre şeker tüketimi kilo durumundan çok düşünsel işlev bozukluğuna neden olabiliyor...
b

Ama "yüksek şeker" kavramına aşina olsanız da, şekerin beyninizi nasıl etkileyebileceğinin farkında olmayabilirsiniz. İşte o etkiler;

Şeker, yeme isteğini artırır.

Amerikan Klinik Beslenme dergisinin bir çalışmasına göre; şeker beynin ödül merkezini uyararak abur cubur yeme isteğinizi artırıyor. Böylece daha fazla şeker yiyor ve devamlı olarak bir şeyler yeme ihtiyacı hissediyorsunuz. Bu tamamıyla bir kısır döngüye dönüşüyor.

Hafızanıza kısa sürede zararlar verebilir...

Bir araştırmaya göre en az bir ay boyunca şeker ve doymuş yağ oranı yüksek olan yiyecekler tüketen kişiler hafıza testlerinde, tüketmeyenlere göre daha kötü performans göstermişlerdir. Ayrıca Amerikan Beyin, Davranış ve Bağışıklık dergisinde yayınlanan bir makaleye göre, sadece bir hafta bile yüksek şekerle beslenmenin hafızayı bozabilmede yeterli olduğu anlatılmaktadır.
Bu sebeple şeker tüketimine mümkün olduğu kadar dikkat edilmeli ve şekerden uzak durulmalıdır.
NUTRA SYSTEM | İzmir Beslenme Danışmanlığı

17 Mart 2016 Perşembe

Soğan ve Sarımsak

Türk mutfağının vazgeçilmezi soğan ve sarımsak hem çiğ olarak hem yemeklerde bol miktarda tüketilmekte. Kuru ve taze halleriyle tüketilebilen soğan ve sarımsağın sağlığımız için çok önemli etkileri var.
Soğanda bol miktarda A,  B ve özellikle C vitamini, bol fosfor, iyot, silis, kükürt gibi vücuda çok faydalı maddeler, antibiyotik vazifesi gören esanslar ve hazım arttırıcı fermentler bulunduğunu kaydeden uzmanlar, kalp ve prostat bozukluğu, pankreas tembelliği (şekerliler), sinir zafiyeti, romatizma, cilt hastalıkları, cinsel iktidarsızlık, mide zayıflığı gibi hastalıklarda çok fayda verdiğini, bol idrar söktürdüğünü ve vücutta birikmiş su ve üreyi dışarı attığını bildiriyor.
bulb-1239423_1920
Soğanın, vücuttaki fazla tuzu da dışarı attığını belirten uzmanlar, pankreası çalıştırarak insülin ifrazatını arttırdığını ve kanda şeker seviyesini düşürdüğünü kaydediyor.
Soğan, salataların yanı sıra çeşitli yemeklere, krem peynirlere ve hamburgerlere katılır, çorba ve yahni gibi sevilen yemekleri yapılır. Mutfakların vazgeçilmez bir öğesidir.
Soğan, bedenin savunma sistemini güçlendirir: Soğuk algınlığı, öksürük, bronşit ve gastrit gibi enfeksiyon hastalıklarına iyi gelen ve geleneksel olarak bu nedenle tüketilen bir besindir.

Soğan, yağlı yemeklerin yenmesinden sonra bedende kolesterol yükselmesi ve kanın pıhtılaşması olaylarını önler: Çok fazla yağlı yemek yiyen kişilerde meydana gelen bu gibi sakıncalı durumlar, yemeklerde bol soğan bulunması halinde ortadan kalkar.

Soğan bedende bulunan kötü kolesterolü ve yüksek tansiyonu düşürür, ama iyi kolesterol düzeyini artırır.

Bol bol soğan yemenin, bedenin kansere yakalanması riskini azalttığı savunulmaktadır.
Soğan sadece kullanılacağı zaman soyulmalı ya da küçük parçalara ayrılmalıdır. Çünkü havayla temas etmesi içerdiği yararlı maddelerin kaybına yol açar.

Doğrandıktan 30 dakika sonra, soğan içerisinde bazı ayrışmalar meydana gelir ve bu ayrışma maddeleri hassas bağırsak ve midelerde gaz toplanmasına, mide ekşimesine ve karın ağrılarına neden olur.

Soğan sarımsakla beraber yenmemelidir. Birlikte yenmesi bağırsaklarda mayalanma sonucunda ağrıya neden olur.

Sos içindeki soğanın hazmı zordur.

Hipoglisemi sorunu olanlar soğan kürünü uygulamamalıdır.
Çin tıbbında kullanımı 3000 yıl öncesine kadar giden sarımsak, tüm dünyada hipertansiyon, enfeksiyon, böcek ve yılan sokmaları gibi pekçok durumda tedavi amaçlı kullanılırken, bazı kültürlerde kötü ruhların uzaklaştırılması için de kullanılabilmektedir.
Son çalışmalarda sarımsağın kolesterol düşürücü, kalp sağlığını koruyucu, kanser önleyici ve antimikrobiyal etkileri olduğu yer almaktadır. Manganezin, B6, C vitamini ve selenyumun önemli kaynağıdır.
Vücut yağlarını düşürücü etkisi bulunur. Yapılan pek çok çalışma sonucunda sarımsağın total kolesterolü, LDL kolesterol ve trigliserit düzeylerini düşürdüğü, HDL kolesterolü artırdığı görülmüştür.
Platelet yapışkanlığını ve ateroskleroz oluşumunu önleyerek kalp hastalıklarına karşı koruma sağlar, kalp krizi ve inme riskini azaltır.
Antioksidan aktiviteye sahiptir. İçerdiği C vitamini ve selenyum ile vücuda zarar veren maddeleri zararsız hale gitirir.
Tutarlı olmamakla beraber yüksek tansiyonu düşürücü etki göstebilir. Uzun yıllardır halk arasında tansiyon düşürmek amacıyla kullanılan sarımsağın yapılan bazı çalışmalarda sistolik ve diyastolik kan basıncını düşürdüğü gösterilmiştir. Ancak çalışmalar tutarsızdır.
Kan şekerini düşürücü etki gösterebilir.
Kansere karşı koruyucu etkisi bulunur.
Antimikrabiyal etkisi vardır. Bakteri, virus, mantar ve parazitlere karşı etki gösterdiği görülmüştür.
Bu sebeplerle hem çiğ olarak hem yemeklerde soğan ve sarımsak bol miktarda tüketilmelidir.

Baharın Habercisi ERİK

Bahar aylarının müjdesini veren erik lezzetinin yanında çokta sağlıklı bir besindir. Bol miktarda C vitamini içermesi sebebi ile bağışıklık sisteminin güçlenmesinde etkilidir.
Sindirilebilir lif açısından zengin olduğundan, kabızlık, gaz problemi yaşanmasını önler. Sindirim sisteminin düzenli ve yeterli çalışmasını sağlar.
NU
Demir eksikliğini önlemede ve tedavi sürecinde yararlıdır. Vücutta kan yapılmasına yardımcı olur. Anemi gibi kırmızı kan hücrelerinin eksikliği ile ilgili hastalıklar erikteki zengin C vitamini ve demir içeriği nedeniyle engellenmekte etkili olmaktadır.
Kan şekerinin düzenlenmesinde etkilidir. Erik yedikten sonra kan glikozu ortada görünmektedir. Kan şekeri ne kadar dengeli seyrederse kilo vermek o kadar dengeli ve sürekli olur.
Damar sertliğine iyi gelir.
Östrojen seviyesini dengelediği için özellikle menopoz dönemindeki kadınlar için faydalıdır. Kadınlarda adet düzenleyici özelliğe sahip olan erik, adet düzensizliğine karşı doğal tedavi yöntemidir.
Bu sebeple bahar aylarında meyve porsiyonlarımızda mutlaka eriğe yer vermeliyiz

10 Mart 2016 Perşembe

SAĞLIKLI BESİN | LİMON

Salatalarımızın, balıklarımızın ve bir çok zeytinyağlımızın en önemli süsü limon. Türk damak tadına uygunluğu onun bir çok yemekte kullanılmasını sağlamış. Ekşi tadı yemeklerimize ayrı bir lezzet katarken verdiği ferahlık hissiylede bizi rahatlatıyor. Ferahlatma özelliğiyle yaz aylarında serinlemek için içilebilecek en sağlıklı içeceklerden bir tanesi şekersiz ev yapımı limonata. Tüm bunları göz önünde bulundurursak limonata her mevsim bolca tükettiğimiz bir meyve bu sebeple bugün limona değineceğiz.
lemon-407173_1920
Limon öncelikle mükemmel bir C vitamini kaynağı bu özelliği ile grip ve soğuk algınlığı gibi enfoksiyenel hastalıklara karşı müthiş bir savaşçı. Özellikle kış aylarında bu tip hastalıkların salgına dönüştüğü dönemlerde bol miktarda limon tüketerek bu hastalıklara karşı önlem alabiliriz.
Bol miktarda C vitamini içeriğiyle direkt olmasa da endirekt olarak zayıflamamızada katkısı var limonun. Amerikan Klinik Beslenme Dergisinde yapılan bir araştırmaya göre yeterince C vitamini alan kişiler egzersiz sırasında, yeterince C vitamini alamayanlara oranla %30 daha fazla yağ yakıyor. Buradan anlamamız gereken; limon tek başına zayıflamada etkili değildir fakat egzersiz sırasında yeterli C vitamini tüketenlerin yağ yakımı daha hızlı olduğundan daha kolay kilo verirler.
Limon aynı zamanda zengin bir potasyum kaynağı olmasından dolayı kalp sağlığına, beyin ve sinir fonksiyonlarına iyi geliyor.
Limon suyu içindeki sitrik asit; safra taşı, kireçlenme ve böbrek taşlarının çözünmesi için yardımcı olur.
Her sabah bir büyük bardak içine eklenen taze sıkılmış limon suyu en iyi karaciğer detoksifiyesidir.
Limonlu su tansiyonu düşürür.her gün içildiğinde tansiyonu %10 azaltır.
Limonlu su yağ yakar, zayıflatır söylentisi ise bir efsanedir böyle bir etkisi kesinlikle yoktur sadece en başta bahsettiğimiz egzersizle beraber alınan C vitaminin katkısı vardır.
Bütün bu etkilerini düşündüğümüz zaman limon iyi ki Türk mutfağının önemli bir parçası diyebiliriz.

Bir TÜRK KAHVESİ Alır mısınız?

Kahve Türk kültürünün vazgeçilmez öğelerinden biridir. Öyle ki ‘Bir fincanın kırk yıllık hatırı vardır’ atasözümüz dahi var. Özellikle orta yaş grubundaki bireyler her yemekten sonra mutlaka tüketirler. Tadını iyice alabilmek için genelde sade tüketmeyi tercih ederler. Peki kahve kültürümüzde bu kadar yer etmişken metabolizmamız üzerindeki etkileri nelerdir? Bizi ve sağlığımızı nasıl etkiler
Kahve kafein haricinde 400’e yakın kimyasal, eser miktarda antioksidan ve niasin içerir. Ayrıca içeriğinde mineralleri ve taneni de bulundurur. Kahvenin kendi kalorisi yoktur fakat süt, krema ve şeker eklenmesiyle kalori miktarı artar.
a-cup-of-coffee-399478_1920
Yapılan çalışmalarda kahvenin özellikle 60 yaş üstü bireylerin daha hızlı düşünmesini sağlamakta ve hatırlama yeteneğinin artmasına yardımcı olur. 80 yaş üstü kadınlar üzerinde yapılan çalışmalarda uzun süreli kahve tüketenlerin mental fonksiyon testlerinde daha iyi performans gösterdikleri gözlemlenmiştir. Bir başka araştırmada ise günde 3 fincan kahve tüketmenin Alzheimer hastalığı gelişim riskini ciddi oranda azalttığı tespit edilmiştir. Bunların yanı sıra metabolizma hızının bir miktar artmasında da etkili olduğu gözlemlenmiştir.
Her şeyde olduğu gibi kahve tüketiminin de fazlası zarar.
Uyarıcı etkisi sebebi ile uykuya dalmayı zorlaştırıyor.
Yapılan araştırmalara göre, günde 300 mg’dan fazla kafein tüketiminin gebe kalmayı zorlaştırdığı gözlemlenmiştir. Günde 3 fincandan fazla kahve içmek kadının doğurganlığını azaltabiliyor.
 Yapısındaki tein ve kafeinin diüretik etki yapmasından dolayı idrar çıkışını artırır.
Çok fazla kahve tüketimi idrarda kalsiyum atımını artırır. Buda kemiklerin gücünü kaybetmesine sebep olabilir.
Kafein kan basıncında ani artışlara sebep olmaktadır. Buda kalp çarpıntısına veya taşikardi gibi rahatsızlıklara sebep olabilir.
Bu sebeplerle kahve tüketimimizi günlük 2 fincanda tutmamız sağlığımız açısından olumlu etki gösterecektir.
http://www.nutrasystem.com.tr/

2 Mart 2016 Çarşamba

Sağlıklı Beslenmede EGE MUTFAĞI

Belkide dünyanın en güzel, en yaşanabilir bölgesi, Ege. Bir kez gelenin aşık olup bir daha hiç dönmek istemediği gerek havasıyla, gerek insanlarıyla, gerekse tarihi dokusuyla adeta dünya üzerindeki cennet.
 Tabiatının bize sundukları Egeyi aynı zamanda bir beslenme cennetide yapıyor. Türkiye'nin en uzun ömürlü insanlarının Nazilli de yani Ege de yaşıyor olması da tesadüf değil ve biraz önce saydıklarımızın birer kanıtı.
vegetables-791892_1920
 Peki Nedir Bu Uzun Ömrün Sırrı?
 Uzun ve sağlıklı yaşamın yolu aslında mutfağımızdan geçiyor. Ege bölgesinin kendine has beslenme alışkanlıkları uzun ve sağlıklı ömrün en önemli faktörü. Özellikle her öğündelerinde çiğ olarak tükettikleri birbirinden güzel ve renkli otlar sağlıklarını koruma açısından en önemli etkiye sahip.
Bunun dışında sık sık tüketilen ege denizinin kendine has balıkları bir diğer önemli faktör. Örneğin en meşhur beslenme örüntülerinden biri hepimizin bildiği roka, balık örüntüsü.
 Ege'nin En Büyük Zenginliği Zeytin
 Geldik en önemli konuya zeytin ve zeytinyağı. Bildiğimiz üzere Ege dünyanın en öenmli zeytin yetiştirme alanlarından biri. Egeliler zeytini sadece üretip satıyor diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Belki de dünya üzerinde zeytin ve zeytinyağı tüketiminin en çok yapıldığı bölgelerden bir tanesi Ege Bölgesi. Doğanın onlara sunduğu en doğal ve renkli sebzelerin tamamını zeytinyağı ile süslüyor egeliler. Neredeysebaşka hiç bir yağ kullanılmıyor. Kızartma tüketilmiyor varsa yoksa zeytinyağı ve zeytinyağlı yemekler. Bu sayede kalp ve damar hastalıklarının yanı sıra enfeksiyon dışı diğer hastalıklara karşıda çok iyi bir direnç kazanıyorlar.
 Doğanın imkanlarından yararlandıkları bir diğer konu ise meyveler. Özellikle incir, üzüm ve turunçgiller konusunda çok verimli topraklara sahip ege insanı tüketim konusunda da bir çok konuda olduğu gibbi bonkörler. Bu sayede vitamin açısından zengin bir beslenmelerinin olduğu yatsınamaz bir gerçek.
 Tüm bunları göz önünde bulundurursak hem obezite ile mücadele, hem sağlığımız, hem de uzun ömür açısından en güzel ve özel mutfaklarından biri ege mutfağı. Bu yüzden ege mutfağını ve insanlarını sevelim, sevdirelim.
İZMİR DİYETİSYEN | BESLENME DANIŞMANLIĞI | NUTRA SYSTEM
NUTRA SYSTEM WEB SİTESİ